Her 8 Mart’ta kadınların haklarından, mücadelelerinden, başarılarından bahsederiz. Ama asıl mesele, bu konuşmaların 9 Mart’ta ve sonrasında da devam etmesini sağlamaktır. Çünkü kadınlar için emek, sadece fabrikalarda, ofislerde ya da tarlalarda harcadıkları mesaiyle sınırlı değil. Kadınların emeği, çoğu zaman görünmezdir. Çamaşır makinesine atılan her parça kıyafette, sofraya konan her tabakta, gece yarısı ağlayan bir çocuğa uzanan kucakta, işyerinde “biraz daha uyumlu” olması beklenen bir duruşta saklıdır. Kadınlar tarih boyunca sömürülen emekleri, görmezden gelinen hakları ve maruz kaldıkları eşitsizliklerle sürekli bir savaş içinde olmuşlardır. O savaşı kazanıp çok başarılı olan kadınların hikâyeleri anlatılır 8 Martlarda, diğerleri de ilham alıp mücadeleyi bırakmasın diye. Kimse de acaba ne bedeller ödedi diye sormaz. Eee, oyunda olmak istiyorsa o kadarına da katlanacak, değil mi? Ancak bu sürecin psikolojik sağlık üzerindeki etkileri çoğu zaman göz ardı edilmiştir. Kadınların yaşadığı kaygı, baskı ve görünmeyen emek yükü, psikolojik iyi oluşu ciddi anlamda etkilemektedir.

Kadınların Görünmeyen Emeği ve Psikolojik Yükü

Kadınlar, tarih boyunca üretimin ve emeğin en büyük parçası olsalar da, yaptıkları işin büyük bir kısmı “doğal bir sorumluluk” gibi gösterilmiştir. Ev işleri, çocuk bakımı, duygusal emek… “Duygusal emek” kavramı, kadınların sadece fiziksel işlerle değil, başkalarının duygularını düzenlemek, huzuru sağlamak ve çevresindekilere psikolojik destek olmak gibi görevleri de sürekli olarak üstlenmesini ifade etmektedir. Çalışan bir kadının işyerinde mesaisi bittiğinde evdeki mesaisi başlar. Yenecek yemek, toplanacak mutfak, çocukların ödevleri, okuldan istenen malzemeler, hatta ev halkının duygusal dalgalanmalarını dengelemek gibi işler kadınları hem fiziksel hem psikolojik olarak yormaktadır. Bunlar, sistemin ve toplumun gözünde bir “iş” olarak bile sayılmamıştır. Ücretlendirilmemiş, takdir edilmemiş, çoğu zaman önemsenmemiş, hatta fark edilmemiştir. Hatta o kadar normalleştirilmiştir ki, kadınların kendileri bile verdikleri emeğin arkasında duramamış, emeğini fark edememiştir çoğu zaman.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kadınları yalnızca ekonomik olarak değil, psikolojik olarak da etkilemektedir. Kadınların, sürekli olarak hem iyi bir anne, hem iyi bir eş, hem iyi bir çalışan, hem de “bakımlı, nazik ve anlayışlı” ancak “çok da sesini çıkarmayan” biri olmaları bir gereklilik gibi sunulmaktadır. Yani, üretkenliklerini ve bireysel alanlarını kaybetmeden kadınların, başkalarının iyiliği için fedakârlık yapmaları beklenmektedir. Tüm bunları yaparken kendi iyi oluşlarını ikinci plana atmak zorunda kalırlar. Araştırmalar, kadınların bu sürekli “bakım verme” rolü nedeniyle daha fazla stres ve tükenmişlik yaşadığını göstermektedir. Bu durum, depresyon, anksiyete ve düşük benlik saygısı gibi psikolojik problemleri beraberinde getirmektedir.

Kadın Olmanın Kaygısı

Kadınların toplumsal rolleri nedeniyle yaşadıkları kaygının önemli bir kısmı kendi yaşamı üzerinde kontrol sahibi olamama, güvenlik, toplumsal baskı ve ekonomik eşitsizlik gibi faktörlerden kaynaklanmaktadır. Bu kaygı, gece sokakta yürürken duyulan endişe, hiç tanımadığı birinin bakışından tedirgin olma, asansöre tek başına binmekten çekinme, eve bir sipariş geldiğinde yalnız olduğunu belli etmemeye çalışma, çalışma ortamında ciddiye alınmama korkusu ya da giyim, davranış, gülüş ve hatta ses tonu konusunda yargılanma gibi saymakla bitiremeyeceğimiz bir sürü baskıyla şekillenir. Sesinizi çok yükseltirseniz “histerik”, çok sessiz kalırsanız “yetersiz” olarak değerlendirilebilirsiniz. Yeri geldiğinde kiminle evleneceğiniz, kaç çocuk doğuracağınız, ne giyeceğiniz gibi konularda kontrol sahibi olamazsınız. Duygularınızı bile ne kadar ifade edebileceğinizi toplumsal roller belirler. Aynı olaya bir erkekle aynı şekilde öfkelenip bunu aynı şekilde gösterseniz, erkeğin tepkisi “haklı ve yerinde” görülürken sizinki “kontrolünü kaybetti” şeklinde değerlendirilebilir.

İş bulmak için savaşmanız gerektiği yetmiyormuş gibi ciddiye alınmak için de mücadele vermeniz gerekir. Aynı işi daha az ücret karşılığı yapmanız, terfi almak için kariyerinizi ailenizin önüne koymanız beklenir. Ama kariyerinizi ailenizin önüne koyarsanız da eleştirilerin en ağırlarına maruz kalırsınız.

Kadınların bunlar ve daha bir çok etmen nedeni ile sürekli tetikte olma, olası tehlikeleri tahmin etme hali, sinir sistemini yorar ve kadınlarda travma etkileri yaratabilir. Kadınların özellikle depresyon, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), yaygın kaygı bozukluğu, somatik belirtiler deneyimleme olasılıkları bu nedenlerle fazlalaşır.

Belki de en acısı, tüm bunların normalleştirilmesi, hatta kadınların kendi içlerinde bile bu kaygının “kaçınılmaz” olduğu düşüncesinin yerleşmesidir. Oysa kaygı, önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi tehlike algısıyla doğrudan bağlantılıdır. Eğer bir toplumda kadınlar bu kadar yoğun bir kaygı içindeyse, burada bireysel bir sorun değil, sistemsel bir problem vardır.

Kadın Dayanışması ve Psikolojik Sağlık

Tüm bu zorlukların içinde kadınları ayakta tutabilecek en önemli etmenlerden biri, dayanışmadır. Bu yüklerin altında acı çekerken bazen kendimizi soyutlama eğiliminde olabiliriz. Ancak bu, yalnızlığımızı derinleştirir ve acımızı büyütür. Bunun yerine yan yana geldikçe güçlenir, birbirimizin sesini duydukça yalnız olmadığımızı anlarız. Birbirimize sahip çıkmalı, hikâyelerimizi anlatmalı, mücadelemizi paylaşmalıyız. Ancak bir arada olursak bu yükün altından güçlenerek çıkabilir ve bize dayatılanlara karşı daha dik durabiliriz. Kadınların bir araya gelmesi yalnızca kendi yaşamlarını değil, gelecek nesillerin de yaşamını dönüştürme gücüne sahiptir. Kadınların güçlenmesi demek, toplumun güçlenmesi demektir. Bu yüzden kadınların kendilerini keşfetmeleri, seslerini bulmaları ve özgürleşmelerinin önemini biliyoruz.

Tüm bunların üstesinden bireysel çözümlerle gelmek ne yazık ki mümkün değil. Toplumsal bir dönüşüm gerekli. Eşitlik, sadece bir talep değil; sağlıklı bir toplumun gerekliliğidir.

Bu 8 Mart’ın bu mücadeleyi hatırladığımız ve peşini bırakmadığımız, sağlıklı bir toplumda yaşayabilmek için hepimizin sorumluluk aldığı bir sürecin başlangıcı olması dileğiyle! 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günümüz kutlu olsun!